Aslında henüz başındaydım… Yukarıdaki başlığı atmama neden olan Seth Godin’in Dip adlı kitabının…

Godin’i duyanlar bilir, Mor İnek ve İşinizi Küçümsemeyin gibi -işe dair- kitapların sarı gözlüklü yazarı. Motivasyon odaklı yazıyor genellikle… Her neyse biz ‘Dip’e dönelim; klasik tek cümlelik giriş sayfaları, ithaflar, notlar derken 9. sayfadan itibaren asıl konu başlıyor…

Daha ilk paragrafta, “muhtemelen engellerle yüz yüze gelmeye alışık olmalısınız. Mesleki engellerle, kişisel engellerle, hatta sağlık durumunuzla ilgili engellerle ve oyunları kazanmakla ilgili engellerle…” diyor.
Bende bir ışık yanıyor, soruyorum kendime: Oyunlar mı?

oyun-psikoloji

Okuma Önerisi: Dijital minimalizm ile hayatı sadeleştirmenin temel adımları

Bir dakika diyorum. Oyunlar ve benim kişiliğim. Engeller ve oyunlar… Yıllardır oyun oynuyorum, sanırım ilkokuldan itibaren TV’ye takılan konsollarım hep oldu… Ve engellere karşı da inanılmaz şekilde dirençliyim. Engeller beni pek yıldırmıyor, aşmakta zorlanıyorsam dönüp tekrar kurguluyor, tekrar tırmanmaya çalışıyorum ve sonuçlar genellikle, ‘boşa tırmanış ya da aşağı yuvarlanma’ şeklinde gelişmiyor.

Ne varsa aşıyorum ya da aşmaya yaklaşıyorum işte… Bu arada karışıklık olmasın; inatçı ya da takıntılı kişilikten söz etmiyorum, tamam onlar da biraz var ama konu engellerin aşılması…

Peki bu ‘kişilik özelliğimde’ yani bir nevi engellere karşı şaşmaz inadımda, neredeyse 20 senedir ara sıra oynadığım (eskiden çok abartırdım ama artık bu mümkün değil) video oyunlarının, aslında tür olarak da belirmekte yarar var; strateji oyunlarının belli ölçüde bir rolü olabilir mi?

Makul bir önermeye, çıkarıma benziyor sanki; sonuçta insanoğlu koşullara göre dönüşür, gelişir ya da tam tersi geriler değil mi? En azından uzmanlar buna benzer savları sıklıkla öne sürmüyor mu?

Karmaşık mı gidiyoruz, durun yardım edeceğim size…

kafa karışıklığı

İlginizi Çekebilir: 10 yıl içerisinde gezegenimizi değiştirmesi beklenen 3 biyomühendislik senaryosu

Son zamanlara kapıldığım oyundan bahsedeceğim, bence daha iyi anlayacaksınız. Sıra tabanlı tarih-strateji oyunu olarak geçiyor. Geniş bir coğrafya söz konusu, Avrupa, Afrika’nın kuzeyi, Hindistan, deniz yolları ve Amerika kitası konu ediliyor. 18. Yüzyıldayız. Amerika kıtasında Kızılderililerle İngilizler, Fransızlar, İspanyollar kapışıyor, Avrupa’da Fransa, Prusya, polonya-Litvanya, Rusya, Avusturya, İtalyan şehir devletleri ve pek tabii Osmanlı var… Hindistan ve İran da karmaşık politik şartları ile işin içinde. Oyunun adı Empire: Total War Definitive Edition…
Tarihe bayılırım, tüm dünya ülkelerinin geçmişine hayranım…

Akıl almaz bir karmaşa, hatta kaos içerisinde kararlar almanız gerekiyor oyunda. Düşmanlarınız size saldırıyor, deniz yollarında savaşlar var, ticaret yollarınıza darbe indiren ülkeler, casuslar, ekonomik giderleriniz, şehirlerinizdeki huzursuzluk, refah, eğitim derken son derece komplike aktörler mevcut. Bolca kendinizi sınıyor, sürekli kararlar alıyorsunuz. Bir ülke size saldırırken diğer ülkeyle barışı korumaya çalışıyorsunuz, politikaya dair ne ararsanız var. Anlatılmaz yaşanır…

İlginizi Çekebilir: 200 bin gönüllü koronavirüs tedavisi için bilgisayarında simülasyon çalıştırıyor

Şimdi bu oyunun önceki 20 yıl içerisindeki benzer versiyonlarını düşünün… Süreklilik halinde bir rekabet, kararlar, kararlar, kararlar… Beynin eğer karar ve zorluklarla yarış için özel bir bölümü varsa ben burayı o kadar sıkı çalıştırıyorum ki inanın orası bende baya ‘kaslı’ ve ‘güçlü’ bir halde olabilir.

Nörolojik temelleri ya da bilimi bir yana bırakıyor, sadece iddia ediyorum; bence Oyun Oynamak kişisel özelliklere etki ediyor olabilir. Son derece tartışmalı bir sav olduğuna karşı çıkmıyorum ama kendinizi sürekli zorladığınız, kaybettikçe yeniden yarışa katıldığınız her şey sizi güçlendirmez mi?

Oyun iyidir ama dengeli, ilişkilerinizi ve hayatı etkilemeyecek ölçülülük söz konusu olacaksa.