Uzun zamandır bir dizi hakkında yazmadığımı fark ettim. Sonuçta paylaşıma değer bulmak ya da bulmamak arasında bir güdüdür dizi yazma eylemi ve Uysallar bunu sonuna kadar olmasa da hak ediyor…

Uysallar dizisi, Hakan Muhafız dışındaki diğer Netflix Türkiye yapımlarında olduğu gibi benim açımdan tek seansta yani 1 günde bitti. İlgi çekici akışı, uzatılan gözü yaşlı sahneler dışındaki olay örgüsü, kurgusu, sanat yönetimi ve gayet iyi oyuncu kadrosu burada elbette öne çıkan faktörler. Yapım, eşler arasında yoğun şekilde görülebilen memnuniyetsizlik, iletişimsizlik, ‘bıkkınlık hali’ ve tükenmişlik duygularının yansımalarını temel alıyor diyebiliriz. Burada yan olaylar da var ama konu genel hatlarıyla aile kavramı ile ilgili.

Ek olarak bir dizi politik ve ekonomik eleştiri (bakış açısı, vb) de içeriyor. Türkiye’ye has betonda ‘Avrupa’nın en büyüğü’ olgusu, bu olgunun arka planındaki ‘memurluk’ ve en genel çıkarımı ile ‘sürecin vahim halleri’ izleyiciye, ‘etkisi tartışılır’ bir kara-mizah dürtüsüyle veriliyor. İşine dair koşullardan memnun olmayan bireyin daha iyi bir hayat için bankadan aldığı ‘kredilerin’ kendisini -devam etmeye mecbur bırakması- ve kapital konsept eleştirisi ile beraber bundan başka çaresinin olmayışını kısaca görüyoruz.
Diğer yanda uzun yıllar ev kadını olmayı tercih ettikten sonra çalışmak isteyen bir profil karşımızda. Aslında hayatında bir tür farklılık ve yeni yüzlere ihtiyaç duyan eşin, tesadüf eseri edindiği yeni çevresi ile atıldığı kaçamak maceralar sunuluyor. Sadakat duygusunun sorgulanmasına dair neden-sonuç ilişkisi, eşlerin 1,5 yıldır birlikte olmayışı gibi cinselliğin ölümünün yaygın sonuçlarına dair argümanlarla desteklenirken ‘ikilemde kalışlar’ bolca ekrana yansıyor.

Kadınların çalışma hayatında karşılaştığı cinsiyetçi tutum, patronların talep ettiği tavizler, şiddet ama bunun aslında bir tür tercih olduğuna atıf, geçmiş güzellemesi ile beraber çocukların akıllı telefon bağımlılığına yönelik sahneler de bolca geliyor.
Yaşlı bir adamın eşinin genç, güzel ve yabancı hasta bakıcısıyla yasak ilişkisi de upuzun bölümler boyunca gereğinden sık karşımızda beliriyor. Absürt ve rastlanmasına dair olasılığında bence düşük olduğu bir ilişkiyi normalleştirme çabası, kara-mizah çizgisine hiç girilmeden sahneleniyor. Israr eden yaşlı adamın genç kadını tavlama çabasını izleyip duruyoruz. Burada dizideki geneli itibarıyla çarpık ilişkilerin yaş farkı bile gözetmeksizin toplumun her bölümüne dağılmasına vurgu düşünülmüş gibi ama mesajları algılamak kolay değil…

Gelelim dizinin ana karakterine. Geçmişte ‘punk’ müzik dinleyen mimar, evli ve 2 çocuk sahibi olduğu, 50’li yaşlarına yaklaştığı bir dönemde kaçışı geceleri ‘punkçı’ kılığına bürünerek gezmekte buluyor. Erkeklerin geceleri trans birey hayatı sürdürmesini konu edinen çok sayıda yapıma bir nevi alternatif getiren ‘punkçı’ mimarımız, Beyoğlu sokaklarında dışlanıyor, örseleniyor, görünüşünden dolayı dışlanıyor.
Derken kendisi gibi ‘görünen’ bir grupla arkadaş oluyor.
Türk tipi punkçılar dışarıda kalıyor, son derece pis ve fakirler, sürekli içiyorlar. Bu tuhaf gruba katılan zengin ‘gecelerin gizemli punkçısı’ mimar, onlara kalacak yer ve para yardımında bulunuyor. Karşılığında da birkaç dostça cümle alıyor. Gelişen dostluğun farklı boyutlarda ‘zorlanması’ çarpık ilişkiler ve politik ‘güç’ merkezinde ilerleyen senaryo açısından ‘farklılıklar’ ve kaçış anları meydana getirirken konunun sokaklarda yaşayan punkçı çerçevesinde incelenmesi sanki toplumun bu sınırlı ‘üyeye’ sahip kesimi pek tanınmadan ele alınmış hissi veriyor. Senaryonun punk kısmını beğendiğimi söyleyemem.
Sayıları az olabilir doğru ama gerçekten böyle mi yaşıyorlar, dibine kadar kötü durumdalar mı?

Ailenin geneline yayılan tuhaf kararların yanında aktarılan sevgi ve duygusallığı esas alan sahneler konuyla ve karakterlerle yeteri kadar örtüşemediği için beklenen hisleri uyandıramıyor. Duygu bütünlüğü zayıf kalıyor. Gözleri yaşlı ve düşünceli karakterleri izlerken hep şu sahne artık geçse diye düşünüyorum. Gereğinden uzun işleniyor bazen ve içine çekemiyor.

Politik mesajlar, 4-5 farklı başlıkta sıralanıyor. Bu 4-5 farklı unsurun 8 bölümün genelinde karşımıza çok kez çıktığını görüyoruz. Sosyal medyada paylaştığı bir tweet yüzünden başının derde gireceği, sabahın 5’inde evinden alınacağı korkusuyla yaşayan mimarın arkadaşı ve Türk eğitim sisteminin tek sınava endeksli yapısı gibi konularda açık eleştiriler…

Neler olsaydı?

Geneli itibarıyla sosyal, toplumsal, ekonomik ve politik mesajları ile birlikte Uysallar, sizi ilginç bir mini dizi deneyimine davet ediyor. 8 bölüm ve her bölüm 40 dakika civarı. Peki neler olabilirdi?
Daha fazla punk müzik, punk tarafında daha yerinde bir olay örgüsü olabilirdi. Daha fazla derine inilebilirdi…

Plaza yaşantısı ve ilişkiler çemberi daha yoğun mesajlar içerebilirdi.

Uğur Yücel’in aşk hikayesi gereğinden fazla işlendi. Burada eğer toplumsal mesaj kaygıları güdüldüyse ben bunu hissedemedim.

Sonlarda yaşlı patronu ile birlikte olan ‘çılgın’ kızımız, dizinin o ana kadar ki bölümlerinde oldukça fütursuzdu, pek de bu tür konulara önem verir bir görünüm sergilemiyordu. Tutarsızlık.

Gizemli mektup, tıpkı geçen aylarda Exxen’deki Gibi dizisinde, ne olduğu hakkında en ufak ipucu verilmeyen bir sokak röportajı sonrasında toplumdan dışlanan karakterde olduğu gibi son sahneye kadar gizemli kaldı. Güzeldi.

Punkçı ‘ağır abi’ dizinin son sahnesinde karşımıza çıktı… Fazlasıyla önemli biri gibi aksettirildi ama buna dair çok az diyalog ve argüman vardı elimizde. İzleyici onun varlığından veya yokluğundan etkilenecek kadar done almadı ama buna rağmen olayların ardından üzülmemiz ya da sevinmemiz beklendi. Akış açısından eksik bir nokta gibi geldi diyebilirim.

Haluk Bilginer’in tarzı son dönemde bolca yer aldığı internet dizilerinde nedense hep aynı düzlemde, en azından aynı türden aksan ve karakter kendini çokça tekrar etti; farklılaşmaya ihtiyaç.

İyi seyirler…