Jaspers’a göre; bizler daima belli bir “durum”da var oluruz. Durumlar sürekli değişime uğrayabilir ve bizler durumun ya da durumların değişmesinde aktif rol oynayabiliriz, ancak bazı durumlar anlık görünümleri değişse de temelde değişmeden kalırlar. İnsan olan herkesin tabi olduğu ontolojik koşulları “Sınır Durumlar” olarak tanımlar ve bu temel durumları 5 basamakta ele alır;
- Ölmek zorundayız
- Acı çekmek zorundayız
- Suçluluk duymak zorundayız
- Mücadele etmek zorundayız
- Şansa, kadere tabiyiz
Bizler bu durumlardan kaçamayız ve onları değiştiremeyiz. Sanki hiç ölmeyecek, acı çekmeyecek, suçluluk duymayacak, hiç mücadele etmek zorunda olmayacakmışız gibi gözlerimizi kapatıp, onlar yokmuş gibi yapmayı seçeriz.
Kabul etmesi zor olsa da yaşamımızın sonu olduğu gibi duygularımızın, ilişkilerimizin, değerlerimizin, anlamlarımızın, kimliklerimizin yani insana dair her şeyin sonu vardır. Ölmeden önce de pek çok kez hayatımızda sonlar yaşarız. Bizim sonlarla ilişkimiz nasıl, bir şeyin sonuna gelmek, biteceğini düşünmek ya da sonlandığını deneyimlemek nasıl geliyor, sonları nasıl yaşıyoruz?
Örneğin yüksek lisans tez sürecinde olan bir öğrenciyi ele alalım. Pek çok öğrenci tez aşamasındayken tezin başına oturmakta sancılanır, bin bir türlü bahane ile masadan geri kalkar, zaman daraldıkça da kaygılanarak vaktinde harekete geçemediği için suçluluk duymaya başlar. Burada öğrenci kimliğinin bitişi, uzman kimliğin başlangıcı söz konusudur. Öğrencinin, öğrenci kimliği ile nasıl ilişkilendiğine, yeni kimliğine nasıl bir anlam yüklediğine ve sonlanmanın onda nasıl bir karşılığı olduğuna bakmak süreci kolaylaştırabilir.
İlginizi Çekebilir: Hayatı nasıl yaşıyoruz?
İletişim ve mutluluk
“Sınır durumları yaşantılamak, varoluşun kendisidir” der Jaspers. Yaşam; her şeyin sonu olduğunu, kırılganlığımızı ve kırıldığımızda yaşadığımız acıyı, doğrularımızın her zaman da doğru olmadığını gösteren suçluluk duygumuzu, eylemlerimiz ve çabalarımızla var olduğumuz zaman mücadeleci yanımızı, seçmesek de başımıza bir şeylerin gelebileceği durumlarıyla sürekli karşı karşıya getirir bizi. Sınır durumlarımızla karşılaştığımız zaman o durumları tehdit gibi algılayarak korkar, endişeleniriz. Burada hangi sınır durumumuzla sorun yaşıyoruz, en çok hangisi ile mücadele ediyoruz? görmeye ve yaklaşmaya başladığımız zaman kendimizle ve ötekiyle otantik bir iletişim kurmaya başlarız. İletişim, insan varoluşunun ayrılmaz bir parçasıdır.
Yaşamda da bizi iyi hissettiren duyguların baki kalması ama bizi rahatsız eden duyguların, olayların hemen sonlanmasını isteriz. Acının, utancın, suçluluğun hemen geçmesini, mutluluğun, heyecanın, neşenin hep bizimle kalmasını isteriz. Oysa yaşamın içinde hepsi dengelidir. İyi ya da kötü hissettiren tüm duyguların, sıkı sıkıya bağlandığımız değerlerin, ilişkilerimizin hepsinin bir sonu olduğunu bilmek düşününce bizi biraz karamsarlığa çekse de bir yandan da içimizdeki potansiyeli, canlılığı nereye taşıyacağımızı da belirliyor. Bizler eylemde oldukça dünyada var oluruz. Mutlu olmak istiyorsak öncelikle bizi neyin/nelerin mutlu ettiğini bilmeye/bulmaya ihtiyacımız var. Üzgünsek ve acı çekiyorsak da hangi sınır durumlarla karşı karşıya geldiğimizi, bizi zorlayan durumun bizde nereye denk geldiğini anlamaya ihtiyacımız var.
İlginizi Çekebilir: Kendimizi inandırdığımız yer neresi?
Neden ben?
“Neden ben?” diyoruz. “Yine ben haksızlığa uğradım, yine benim hakkım yendi, herkesin istedikleri oluyor benim olmuyor, herkesin işi yolunda gidiyor ama benim işim hep aksiliklerle gidiyor, yine ben kaybettim.” Sizlerin de ‘Aa bende de böyle oluyor’ diyen sesini duyar gibiyim. İnsanız hepimiz başka şekillerde zorlanıyoruz. Bizler o olaylara nasıl anlamlar veriyoruz?
Karşılaştığımız sorunların bizim için anlamı ne? Belki de kendi içimizde barışmayı bekleyen yanlarımız vardır. Mesela çabalayıp başarısız olmaktan, bağ kurup üzülmekten korkan yanlarımız gibi.
Hakkın da haksızlığın da, yolunda gidenin de gitmeyenin de, hayatta sorun olarak nitelendirdiğimiz her şeyin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Problem olarak gördüğümüz şeyin öncelikle ciddiye alınıp anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu bazen koşullarımızı zorlayan bir problem olarak karşımıza çıkacak, bazen belirsizliğin yarattığı bir durum ve karmaşa olarak. Önemli olan yaşadığımız her ne ise o deneyimin içinden geçmek ve yaşadıklarımızı ciddiye almaktır. Sorun ne ise o sorunu ciddiye almakla başlayalım, meselemizle sürekli boğulmak yerine meselemize sahip çıkalım ve üzerine düşünelim. Unutmayalım ki; Gerçek özgürlük sadece kendimize karşı sorumlu olduğumuzda başlar. Sartre’ın da dediği gibi; “İnsanım, öyleyse özgürüm; özgürsem, sorumlu olmalıyım.”
Psk. Didem Sercan’ın diğer makaleleri için buraya tıklayabilirsiniz.
İlginizi Çekebilir: Duygusal hissettiğiniz anlarda yapmanız gereken 6 şey